Sultanahmet’te zaman

0
143

Sultanahmet öyle bir semt ki… Bir zamanlar üzerine ölü toprağı serpilmiş gibiyken, şimdilerde; kendini tekrar yaratmış Sultanahmet… Değişimleri hiç kaçırmayan bir semt Sultanahmet…

İkinci Dünya Savaşı sonrası insanlarının duy-gularını, heyecanlarını, ruh halini, beklentilerini şarkılarına yansıtan Fransız ses sanatçısı Jaques Brel şöyle der “Les Vieux-İhtiyarlar” adlı şarkısında: “Yaşayan ölü gibidir ihtiyarlar… Anılarında yaşar İhtiyarlar…”

İstanbul’un ihtiyar semti Sultanahmet de bir bakıma Brel’in şarkısı gibidir, ihtiyarlar gibi; anılarıyla yaşar… Zaman zaman “yaşayan ölü gibidir” Sultanahmet… Uzun bir uykuya dalar veya uykuya dalmış gibi yapar… Sultanahmet öyle bir yer ki, sürekli kendisini çağa da uydurur o ihtiyar haliyle. Şaşırtır… Dünyaya yön veren medeniyetlere mekan olmasının verdiği enerjisiyle tekrar kendini toplar; “Ben buradayım” der adventure balkan tours.

Cıvıl cıvıl bir dünya

Düne kadar birbirine yaslanmış tiyatro dekoru gibi duran ahşap evlerden oluşan mahalleler, sokaklar, caddeler yeniden canlanmış… Harap köşkler, konaklar, küçücük evler tamir edilmiş, güzelleştirilmiş, yangınlara karşı korunaklı hale getirilmiş; turizm ürünü haline dönüştürülmüş… Bu ihtiyar semt kendini küllerinden tekrar yaratmış. Tüm bunlar yapılırken de semt, in-sanından kopartılmamış… Onu cansız bırakmamış… Uykuya dalan ihtiyar semtten, cıvıl cıvıl bir dünya ortaya çıkmış. Bu ortaya çıkış öyle tantanalarla gerçekleşmemiş. Büyük açılışlar yapılmamış. Küçük ve orta ölçekli sermaye bu değişimi sessiz sedasız yapmış… Tabii büyükleri bir kenara bırakırsak…

Sultanahmet’in turizme açılan arka sokakları

Semt Yaşayanlarından Kopmamış

O büyükler de çevresinden kopmamış. Hoyrat olmamış. Örneğin; siyasi edebiyat ve siyah-be- yaz filmlere mekan olan İstanbul’un ünlü hapishanesi; “Sultanahmet Cezaevi” dünyaca ünlü Four Season Oteli’ne dönüştürülürken Tevkifhane Sokağı başındaki bakkal ve Tevkifhane Berberi, aynen yerinde durmaya ve ekonomik yaşamını sürdürmeye devam ediyor. Semtin insanları, meraklı turistler orada traşlarını oluyor. Beyaz yağlıboyalı küçücük berber dükkanı semtin yine haber alma merkezi gibi… Sokaktan kim geçerse geçsin berber tarassutundan kurtulamıyor…Bahçesaray

Four Season Oteli’ne çıkan Utangaç Sokak’taki yapılar baştan başa usta ellerce restore edilmiş. Küçük oteller süslü biblo gibi; hem geçmiş zamanı yaşatıyor hem de zamanın zevkini yansıtıyor. Halı, mücevher ve hediyelik eşya mağazaları Paris’tekileri aratmayacak şıklıkta.

Bırakın Kendinizi Sokaklara

Utangaç Sokak’tan bırakın kendinizi Tevkifhane Sokağı’na, sonra Kapıağzı’na daha sonra da İshakpaşa Caddesi’ne ulaşın. Aşağıya doğru yürüyün ve çıkın Cankurtaran Meydam’na… Cankurtaran Meydanı’nda, gelen geçen tren sesleri arasında merhum Erol Taş’ın kahvesinde için demli çayınızı, koyu kahvenizi. Kahvenizi içtiğiniz kahvehanenin önü tipik bir Roma Meydanı’dır. Bir an çok çok gerilere gidin ve Bizans döneminde kendinizi varsayın. Kıyıya yanaşan gemilerden karaya çıkan denizcileri düşünün. Mısır’dan, Finike’den, Karadeniz sahillerinden, Venedik’ten gelenlerin lisanlarını işitmeye çalışın; zorlarsanız belki ayak seslerini duyarsınız…

Ahırkapı

Sonra kahvenin yanındaki dar sokağa girin. Bir kısmı tiyatro dekoru gibi, bir kısmı restore edilerek turizme kazandırılmış çiçek gibi pansiyonları, kapı önlerine oturan semtin ihtiyar kadınlarına selam vererek yürüyün. Itırlı, sardunyalı pencere önlerine göz atın… Tren yolunu kesen kuşundan uyanmanın heyecanı ile geleceğini yaratmanın şevki içinde… Semtin en büyük turistik tesisi Hotel Armada, çevresini ve çevresindeki kültürü es geçmemiş… Ahırkapı’nın Roman müzisyenlerini turizmin içine almış… Bir ilki gerçekleştirerek sektöre örnek olmuş; otelin yöneticileri semt insanlarını turizmle etle kemik gibi birleştirmiş. Biraz durun…. Semt camisinden ya-yılan ezanı dinleyin. Semtin en meşhur müzisyeni Dede Efendi’yi yad edin… Zamanınız varsa, çıkın Armada’nın terasına, eğer vakit akşamüstü ise ve eğer hava da açıksa Marmara’nın o doyumsuz manzarasını seyredin…

Meydan ve kubbeler

Sonra, çıkın dışarıya. Geldiğiniz yoldan yukarılara doğru yürüyün. Bilin ki geçtiğiniz tüm sokaklar binlerce yıl önce de İstanbul yaşamının önemli merkeziydi. Bizans Sarayları, saray erkanının evleri hep gezdiğiniz yerlerdeydi. Dünya zenginliği bu bölgede toplanıyordu.

Sırtınız Marmara’ya dönük yürüyün yukarılara doğru. Bizans Sarayı’nın duvarları dibindeki Arasta’da soluklanın. Girin içeriye. İster alışveriş yapın, ister çay-kahve için. Mevsim yazsa soğuk içeceklerle serinleyin.

Daha sonra çıkın dışarıya ve Sultanahmet Meydanı’na gidin. İmparatorluk törenlerinin yapıldığı meydanın ihtişamına kendinizi kaptırın. Bizans döneminde Hipodrom olan meydanda imparator Jüstinyen’in çok seyrek olarak kendini halka gösterdiği törenler ile Osmanlı zamanında At Meydanı olarak bilinen alanda, Kanuni Sultan Süleyman için düzenlenen şenlikleri canlandırın hayalhanenizde.

Mısır’dan getirilen dikilitaşların şehre nasıl ulaştırıldığı üzerine düşünün. Sultanahmet Camii’nin anaç kubbelerine bakın; Ayasofya’nın gökle uyumlu kubbesini hayranlıkla seyredin. Gözünüzü gökten yere indirin… “Dünyanın Merkezi” denilen mermer anıtı geçin, Yerebatan Sarnıcı’nın rutubetli loşluğuna atın kendinizi… Sarnıcın karanlıkları içinden ışık oyunlarına karışarak kulağınıza sızan müziği dinleyin… Dışarıya çıkın. Akşam olmuşsa parka oturun ve Itri’den Wagner’e dek uzanan müzikle ışık gösterisini seyredin; kubbelerde dolaşan, minarelerden göğe yükselen renk renk ışık ile kendinize bir yol bulun.. Ayasofya ile Sultanahmet Camii’ni ortaya çıkaran iki medeniyetin bir meydanda buluştuğuna tanık olun. Bir şeye daha tanık olun… Sultanahmet’in ihtiyar haliyle bile ölmediğine; ölmeyeceğine tanık olun…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz